Sis ve Öfke Sarayı ★★★★★
2016 basılmış olan Dikenler ve Güller Sarayı serisinin ikinci kitabı Sis ve Öfke Sarayını 2024’de okumuş olmak beni çok yaraladı… Hem anlatımı bu kadar akıcı, hem betimlemeleri bu kadar yoğun, hem kurgusu örümcek ağı gibi ince ince ve bu denli detaylı işlenmiş bir fantastik, bilimkurgu, genç yetişkin türlerindeki bir roman serisini ben nasıl daha önce okumam? Sarah J. Maas, gerçekten de kafasının içine girip orada yaşamak istediğim yazarlardan biri oldu. Çok güzel düşünülmüş ve çok güzel kaleme alınılmış bir kitap…
Zaten ilk kitabı bitirir bitirmez Sis ve Öfke Sarayı’na başlamıştım. İtiraf etmek gerekirse bence sürükleyicilik olarak Dikenler ve Güller Sarayı’nın yakınından geçemez. Hem ikinci kitabı ilkine kıyasla daha uzun sürede okudum hem de ilkinde olduğu gibi biter bitmez sonraki kitaba sarılmadım. Yine de bunları ikinci kitabın kötü olmasına ya da Sis ve Öfke Sarayı’nın bir eksiği olmasına değil, ilk kitabın gerçekten çok çok iyi bir hikaye örgüsü ve akışı olmasına bağlıyorum. Feyre’nin hisleri, karakter gelişimi, travmaları, duygu geçişleri o kadar güzel anlatılmış o kadar güzel hikayeye yedirilmişti ki… Feyre’nin çok pasif kaldığını düşündüğüm anlarda ya da çok agresif davrandığını düşündüğüm anlarda bile ona hak vermekten başka bir şey yapamadım. İlk kitabı okurken de kitabın en sevdiğim özelliği, okurken bu denli hikayenin içinde hissetmekti fakat Sis ve Öfke Sarayı’nın hikayesi gereği bu öyküde Feyre’nin duygularına çok daha fazla şahit olduğum için ben de onunla birlikte bunalıma girdim, ben de onunla birlikte kapana kısılmış hissettim ve kitap okurken tüm bunları okuyucuya bu şekilde geçirebilmek… Gerçekten bir usta işi. Bu saatten sonra Sarah J. Maas “Çocuklara İyi Uykular” diye bir kitap çıkarsa alır onu da okurum.
Uzun soluklu serilerde beni benden alan ve her seri yazarının yapamadığı bir şey de hikayenin kitap bazında değil seri bazında düşünülerek kurgulanması. Harry Potter’da da vardır, ilk kitapta bahsedilen şey 5. kitapta gelir karşınıza çıkar mesela. Pek çok seri okumuş olsam da, böyle ince işlenmiş kurgularla pek karşılaşmadım. Sarah J. Maas, ilk kitapta öylesine söylenmiş bir cümleymiş gibi kullandığı cümlelerin Sis ve Öfke Sarayı’nda aslında öylesine söylenmemiş olduğunu ortaya çıkarınca, bir okur olarak ne kadar tatmin olduğumu anlatamam. Her ne kadar Feyre’nin öyküsünün bitmesini hiç istemesem de, yazarın diğer serilerini okumak için can atıyorum.
Öve öve bitiremediğim bu romanın konusundan bahsedeyim biraz da. Feyre, Tamlin, Rhysand ve dağın altında esir olarak tutulan diğer herkes, Amarantha’nın mağlubiyetinden sonra eski hayatlarına dönmek üzere dağdan ayrılırlar. Fakat dağın altında yaşananlar, travma olarak kahramanlarımızda kalır. Feyre de, Tamlin de, Rhysand da söylediklerinden ve gösterdiklerinden çok daha fazla yaralıdırlar. Tamlin, Feyre’nin kırılan boynunun sesini kulaklarından atamaz ve Feyre’yi korumayı bir saplantı haline getirir. Haddini aşan korumacı tavırlarıysa Feyre’yi boğmaya başlar. Öyle ki, Feyre Bahar Sarayı’nda hissettiği işe yaramazlık ve hapsolmuşluk duygusuyla günden güne erimeye başlar. Feyre’yi bu bunalımdan biraz olsun çıkaran ise Rhys ile yaptıkları pazarlık gereği Gece Sarayı’nda geçirdiği bir haftalar olmaya başlamıştır.
Feyre ve Rhys arasındaki eşlik bağı ortaya çıkmadan, ki Feyre ve Tamlin arasında bir eşlik bağı ortaya çıkmadığı için bundan fena halde şüpheleniyordum, hala umudum vardı. Tamlin travmasıyla baş etmenin bir yolunu bulur ve Feyre’yi geri kazanır diye umuyordum. Feyre, Rhys’in eşi olduğunu öğrenince hayallerim suya düştü. Feyre, Tamlin ve Rhysand’ı çok fazla karşılaştırdı. Evet, Rhysand Feyre için dağın altında Tamlin’den çok daha fazla savaştı. Hatta Tamlin dağın altındayken Feyre için hiç savaşmadı diyebiliriz ama oradayken Amarantha’nın gözü sürekli Tamlin’in üstündeydi. Zaten Feyre’nin de orada bulunma sebebi Tamlin iken, Tamlin’den bir şey yapmasını beklemek haksızlıktı bence. Herkesin gözü ne kadar Feyre’nin üstündeyse, bir o kadar da Tamlin’in de üsündeydi. Zaten o esnada Rhysand Tamlin kadar göz önünde olmadığından dolayı Feyre için savaşabildi. Ayrıca da Feyre ben ölürken Rhys, Amarantha’ya hançer saplamaya çalıştı Tamlin ise sadece yalvardı diyip durdu ama Rhys yaralı falan değildi o sırada. Tamlin’i ise 5 dakika önce kendi elleriyle üvez hançer kullanarak hançerlemişti. Dolayısıyla Feyre’nin sürekli yaptığı bu karşılaştırmalarda Tamlin’e karşı haksızlık ettiğini düşünüyorum. Sis ve Öfke Sarayı’na geldiğimiz zamanda da Tamlin Feyre’yi geri alabilmek için büyük düşmanla pazarlığa oturdu. Belki tüm perilerin sonunu getirecek bir savaşta büyük düşmana üstünlük sağlayacak bir pazarlık. Karşılığında tek istediği ise Feyre idi. Öyle bir durumda Rhysand ne yapardı mesela? Tüm perilerin sonunun gelebileceğini bilerek, değerli Velaris’inin de, Feyre için hepsini göze alır mıydı? Tamlin ve Feyre ilişkisini, Tamlin’in travması yüzünden tek kelimeyle “toksik” olarak özetleyebiliriz fakat eğer Feyre, Tamlin ile tüm bunları yaşamış olmasaydı, Rhysand, Feyre’yi bu kadar özgür bırakabilir miydi? En nihayetinde Feyre de başta Tamlin’in korumacı tavırlarını anlıyor ve hoş görmeye çalışıyordu. Sonuç olarak ben Tamlin’de bu kadar nefret edilecek bir taraf görmüyorum. Evet Feyre Bahar Sarayı’nı ve Tamlin’i terk etmekte sonuna kadar haklı ama Tamlin de burada kötü adam değil. Korkularına ve travmalarına yenik düşmüş, yardıma ihtiyacı olan bir aşık sadece. Rhysand da sütten çıkmış ak kaşık değil.
Feyre’nin sınırlarını bilmediğimiz güçleri beni çok heyecanlandırıyor. Velaris’i savunurken eve kaçmayıp savaşması, özellikle Attor’un peşini bırakmayışı çok iyiydi… Öncesinde Lucien’a karşı kanatlarını çıkarışı da çok iyiydi. Daha neler yapacak merakla bekliyorum. Yürü be Gece Sarayı Yüce Leydisi Feyre!
Sarah J. Maas’a yarattığı bu muhteşem dünyayı bizlerle paylaştığı için sonsuz teşekkürler. Kitaplarını okumak gerçekten çok keyifli. Kanatlar ve Küller Sarayı’nı okumak için sabırsızlanıyorum.